TOPLUM 

“ANADOLU BİLGELİĞİ”NE DÖNME ZAMANI

Dünyada sürdürülebilirlikle ilgili çalışmalar ve yapılanlar söz konusu olduğunda karşımıza birbirinden farklı bazı temel sebepler çıkar.

Bunlardan ilki karşılanması gereken önemli bir ihtiyaç doğrultusunda yaratıcı olunan zamanlardır. Örneğin beton bir ev yapmaya parası olmayan ya da yaşadığı yerde ev yapmaya uygun veya yetecek kadar taş olmayan bir kişi, pet şişeleri sıra sıra ve üst üste dizerek ve aralarını da kerpiçle doldurarak bir ev yapabilir. Bu tür evlere Afrika’da rastlanır. Anadolu’da da yüzyıllardır yaygın olarak kullanılan kerpiç, hepimizin bildiği üzere, içinden minik taşları ve kökleri eleme yoluyla ayrıştırılmış temiz toprağın suyla karıştırılması sonucunda elde edilir.

Bazen duyarlı ve etik kişiler veya gruplar sorumluluk hissederek sürdürülebilirliği destekler. Örneğin tasarruflu bir yaşam sürerler, çevreyi kirletmezler veya her yere arabayla gitmek yerine toplu taşımayı kullanırlar. Zaman zaman çok ünlü veya zengin kişilerin metroyla seyahat ederken veya bisiklete binerken gördüğümüz fotoğrafları ya da İskandinav ve Japon devlet adamlarının sade yemek masaları ise toplumsal etki açısından birer esin kaynağıdır.

ANADOLU BİLGELİĞİ’nde veya Kızılderililerin hayatlarında sürdürülebilirlik, bir yaşam biçimidir. İnsanın doğayla bağı, tüm varoluşla bağlantısallığı onu her şeyin üzerine değil, içine yerleştirir ve böylece insan, doğaya saygı içinde ancak ihtiyacı olanı kullanır ve her şeyi kullanılabilir bir başka şeye dönüştürür. Hepimizin yakından bildiği tezek buna örnek gösterilebilir. İnek, koyun gibi hayvanların dışkılarının kurutulmasıyla elde edilen ve tamamen organik olan tezek hem ısınmak için yakılır hem pişirme amaçlı ocaklarda ve hem de gübre olarak tarlalarda kullanılır.

Son otuz yıldır artan bir küresel aktivizm olarak sürdürülebilirlik, dünyamızın bugünkü tüketim modelimizle bizi daha fazla barındıramayacağı gerçeği ile tetiklenmiştir. Bu sebeple diğer üç gruptan farklı olarak korku ve kaygı temelli gelişmektedir. Greta Thunberg gibi gençlerden Coldplay gibi müzik gruplarına, sıradan insandan Rob Hengeveld gibi yazarlara ve yerelden küresele kadar pek çok sivil toplum kuruluşu (STK) sürdürülebilirlik alanında toplumu bilinçlendirmek, insanlığa örnek oluşturmak ve tüketim modelimizi dönüştürmek için çalışmalar yapmaktadır.

Sebebi ne olursa olsun bugün geldiğimiz noktada çok net olan bir şey var: Yaşadığımız gibi yaşamaya devam edersek daha fazla yaşayamayacağız! Ve bu durum düşündüğümüzden çok daha yakın; denebilir ki çocuklarımız ve torunlarımız mutlaka bugünlerin tüketiciliğinin bedelini ağır bir şekilde ödeyecekler!

Başta Birleşmiş Milletler’in ortaya koyduğu Küresel İlkeler ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri olmak üzere, pek çok gelişmiş ülke daha yaşanabilir bir dünya için adımlar atmakta. Bu adımlar arasında yeni kanunlar ve yönetmenlikler oldukça önemli. Çünkü çoğu sıradan vatandaşın alışageldiği yaşam biçimini bırakması kolay olmadığı gibi, yeni yaşam modeline geçişi de ancak otoriteyle sağlanabiliyor. Yere çöp atmanın cezasının olması ya da çevreyi kirleten fabrikalara yaptırımlar uygulanması bunlara örnektir.

Bununla birlikte, uçak seyahatlerinde belli miktarın üzerinde sıvı taşınamamasının sebep olduğu minik paketli milyarlarca üründe yaşadığımız üzere, bazı kurallar ise tam tersi bir çevre sorunu yaratmaktadır. Ayrıca bundan sadece birkaç ay önce, hepimizin haberlerden duyduğu şekliyle ülkemize de, başta tıbbi atıklar olmak üzere, yabancı atıkların yollandığını hüzünle öğrendik. Bir ülke kendisini çöpten arındırırken bir diğer ülkeyi çöp durumuna getirmesi ne denli etiktir, bu konu da mutlaka tartışılmalıdır!

Öte yanda insan, sorun kendi kapısına gelmeden sorunun ne denli büyük olduğunu kavrayamıyor. Örneğin koskoca bir evde yaşayan iki kişinin o evin ısıtmasına harcadığı para ya da havuzunu doldurduğu suya ödediği bedel kendi ödeyebileceği bir rakam olsa da nihayetinde enerji ve su açısından tam anlamıyla bir israftır. Bu açıdan bakınca, kendi hakkı olduğu inancıyla lüks yaşayan bir avuç insanın israfının bedelini milyarlarca insan ödemek zorunda kalacaktır!

Elbette vatandaşlar arasında özenti, destek ve teşvikleri artırmak için çalışmalar da yapılıyor. Bu çalışmalar bazen Avrupa Birliği fonlarında olduğu gibi uluslararası kurumlar tarafından sağlanıyor, bazen yerel hükümetler veya alanında çalışan STK’lar aracılığıyla gerçekleşiyor ve bazen de bireysel inisiyatiflerin yaygınlaşması sonucun çarpan etkisiyle oluyor.

Bizler açısından konu bu yüzyılın bir akımı veya yaşamsal dönüşümü değildir; tam tersine ANADOLU BİLGELİĞİ diyebileceğimiz öz yaşamlarımızı hatırlama ve o yaşamları yeniden kucaklama ve yaşatma sürecidir.

Çünkü ANADOLU BİLGELİĞİ; doğaya saygı, kardeşlik, hoşgörü, misafirperverlik, yardımseverlik, paylaşma ve merhamet gibi evrensel değerlerin vurgulandığı bir anlayışı temsil eder. Toplumun refahı, adalet, barış, huzur ve sevgi gibi değerler üzerine kurulmuş bir düşünce sistemini ifade eder.

Bunu halk öykülerimizde, efsanelerimizde, atasözleri ve halk deyişlerimizde, türkülerimizde ve dilden dile aktarılan bilgelerimizin yaşam biçimlerinde görmekteyiz. Örneğin Keloğlan veya Nasrettin Hoca’nın tutumluluk, paylaşım, doğaseverlik gibi konuları yücelten ve israfı, bencilliği, kötülüğü aşağılayan nice anlatıları vardır.

Ben Gama Recycle’da çok onur duyarak yürüttüğüm bağımsız yönetim kurulu üyeliğim öncesine kadar çeşitli vesilelerle sürdürülebilirlik konusunda çalışmalara dâhil olup ‘Sürdürülebilir Barış Sürdürülebilir İş’ başlıklı sempozyumlarda olduğu gibi, bazılarına da öncülük etmiştim. Bununla birlikte, Gaziantep’ten ANADOLU BİLGELİĞİ ile çıkıp Avrupa’nın alanında en büyük firması olan Gama Recycle ile yepyeni bir farkındalığı da yaşıyorum.

Sürdürülebilirlik bizler için daima bir yaşam modeliydi. Tüketim toplumuna dönüşmemiz, 1980’lerde değişmeye başlayan küresel yapının ülkemiz üzerindeki etkilerinden biri oldu. Bir tarafta özenti yaratılan yabancı ürünlerin ülkemize girişi artarken diğer tarafta “Ayağını yorganına göre uzat” atasözümüzün tam tersi olacak şekilde borçlandırıldığımız bir sistemin içine yuvarlandık! Sözde zenginleştiğimizi sanırken olan varlığımızı da hızla tüketir olduk!

Aradan yıllar geçince annelerimizin evlerde yaptığı turşuları, kuru sebze ve meyveleri, salça ve reçelleri “organik ürün” ve erişteleri, mantıları “ev yapımı” diye satın alır olduk!

Alışageldiğimiz üzere bir kıyafeti yıllarca giymek yerine, moda diye birkaç ayda bir yenilerini almaya alışırken sadece pamuklu bir tişörtün üretilmesi için iki ton su harcandığını duymazdan geldik!

İki ton su!

Bunu milyonlarca tişört olarak düşünürseniz kaç tarla sulanır bu miktarla, bir hesap edin!

Ülkemizde son onlu yıllarda artan susuzluğu hatırlayın!

İşte, evlatlarımızın geleceğinden çaldığımız su da, budur.

Sözün özü: Sürdürülebilirlik küresel bir sorunun global adı olsa da, bizler için sürdürülebilir yaşam modeli, ANADOLU BİLGELİĞİ’nin bir parçasıdır.

Ya bu bilgeliği yeniden hatırlayacak ve ona döneceğiz ya da tüketileceğiz…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar